Kanser, diyabet, kalp ve damar
hastalıkları ile hipertansiyon başta olmak üzere pek çok genetik hastalığın
görülme oranları gün geçtikçe artıyor. Peki bu genetik hastalıkları tetikleyen
faktörler neler? Bu hastalıklar önlenebilir mi? Konu ile ilgili İç Hastalıkları
ve İmmünoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez önemli açıklamalarda bulundu.
Ailede genetik kanser hikayesinin bulunmasının diğer
aile bireylerinde de kanser görüleceği anlamına gelmediğine dikkat çeken
Görmez,” Genetik olarak ailede kanser olması bizim de kanser olacağımız
anlamına gelmeyebilir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kanser hastalığına
yakalanma riski hızla artmaktadır. Bunun nedeni ile ilgili birçok teori öne
sürülmüştür. En önemli sorun bağışıklığımızın giderek çökmesidir. Kanser
hastalığının temelinde bağışıklığın çalışmaması yatar. Bağışıklığımız çalışırsa
her gün vücudumuzda halihazırda üretilen kanser hücrelerini zaten tanır ve yok
edebiliriz. Tam tersi olursa kanser giderek yayılır ve bizi yener. Eğer
bağışıklığımızı baştan itibaren yüksek tutar ve kanser yapan ana etkenlerden
uzak kalırsak ne kadar yüksek risk yaşarsak yaşayalım kanser olmadan da bu
hayatı doğru düzgün yaşayabiliriz. Bu yüzden kanser tedavilerinden ziyade
kanserden koruyucu tedavilere de yönelmemiz gerekir. Koruyucu immünoterapi de
bu tedavilerden bir tanesi.” dedi.
Ailesel kalp hastalıkları, inme ve damar sorunlarına
bağlı beyin kanamaları immünoterapi ile önlenebilir.
Ailesel kalp hastalıkları ve inme gibi durumlarda
immünoterapinin önemine dikkat çeken Görmez,” Bu hastalar veya risk grubundaki
ailelerde erken yaşta kalp krizi, inme, beyin kanması geçirme veya ani ölüm
riskleri mevcuttur. Bu grup hastalar tüm dünyada azımsanmayacak kadar çoktur.
LpA (lipoprotein A ), homosistein gibi değerleri yüksektir. Her ne kadar olay
genetik gibi görülse de bu grupta immünoterapi tedavisi çok işe yaramakta olup
hem hasta olanları diğer ataklardan korumakta, hem de henüz atak geçirmemiş
olanları ömür boyu koruyabilmektedir. Tüm bu hastalarda 0 gizli şeker ve/veya
şeker ve/veya insülin direnci mevcuttur. Aslında bu üç tanı da aynı kapıya
çıkar. Bu hastaları bu açıdan çok iyi bir şekilde irdelemek gereklidir.
Bağırsak floraları ileri düzeyde bozuktur ve bağırsak mantarı (candida)
geliştirme riski artmıştır. Şiddetli gıda intoleransları vardır (laktoz ve
gluten). Bağışıklıkları birçok tehdit altındadır. Tüm bu tehditlerin tek tek
tanımlanarak tedavilerinin bir immünoterapist tarafından itina ile yapılması
halinde genetik hastalıkları yüzde yüz şifa ile sonuçlanabilir.” şeklinde
konuştu.
Diyabet ve hipertansiyon da immünoterapiye olumlu
yanıt veren rahatsızlıklardan.
Diyabet ve hipertansiyon hastalarında immünoterapinin
önemine değinen Dr. Ülkü görmez sözlerine şöyle devam etti.
“Ailemizde yaygın şeker hastalığının bulunması bizim
de gelecekte bu riski taşıdığımız anlamına gelmektedir. Özellikle Türkiye’de
iki kişiden birinin bu riski taşıdığını biliyorsak zaten şeker hastalığına
yakalanmanın çok uzağında olmadığımızı da biliriz. Bu nedenle çok erken
yaşlarda önlemler alınmalıdır. D vitamin düzeyi yıllık olarak ölçümlenmeli,
sağlıklı beslenme alışkanlığı ve spor hayata sokulmalı gizli şeker veya insülin
direnci başlar başlamaz tedavi planlanmalıdır. Öte yandan hipertansiyonun
genetik yatkınlıkla oluştuğunun düşünülmesi günümüzdeki en büyük yanılgıdır. En
rahat çözümlenebilecek hastalıkların başında gelir. Ailemizde yüksek tansiyon
varsa ve biz risk altında isek, tansiyonlarımız yeni yeni çıkmaya başladı ise
hiç ilaç başlanmadan bu hastalıktan ömür boyu kurtulmak mümkün olabiliyor veya
ilaç başlandı ise bile hastalığın gidişatını durdurabiliyor. Tüm bunların
dışında hashimato tiroidit, ailesel polikistik over, ailevi Akdeniz ateşi
(FMF), Behçet hastalığı, FAP (Familial adenomatöz polip hastalığı), sedef ve
vitiligo, iltihaplı romatizma gibi rahatsızlıklar da immünoterapinin oldukça
etkili olduğu rahatsızlıklar arasında yer alıyor.”
Facebook: @drulkugormez
Instagram: @immunoterapiturkiye
Instagram: @immunoterapiturkiye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder